Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

BAŞARI ve SANATLA DOLU BİR HAYAT

Prof. Dr. Nurullah GENÇ ile Paye Haber' e özel Muhabbet

Haber Giriş Tarihi: 03.02.2024 10:59
Haber Güncellenme Tarihi: 03.02.2024 11:14
Kaynak: Haber Merkezi
BAŞARI ve SANATLA DOLU BİR HAYAT

BAŞARI ve SANATLA DOLU BİR HAYAT

Prof. Dr. Nurullah GENÇ ile Paye Haber' e özel Muhabbet...


 Kendinizden bahseder misiniz?

1960 yılında Erzurum Horasan’da doğdum. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversiteyi Erzurum'da okudum. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden mezun oldum.

Kendimi şu şekilde ifade edeyim; eski dilimizde 2 önemli temel kavram vardır. Biri hezarfen kavramı, biri de yed-i tu’la sahibi olmak, yani uzun el sahibi olmak. İkisi de birden fazla alanda çalışıp başarı göstermeyle alakalı kavramlar ve insanın olgunlaşması için de önemli kavramlar bunlar. Tek boyutluluktan kurtulmak...

Tek boyutlu olmayan hayatı çok boyutlu bir insan olmak için çalışarak anlamak daha kolaydır.

Tek boyutlu kalan insanların bu çok boyutlu olan hayatı anlamaları daha zordur. Bu yüzden hezarfen olmak, yed-i tu’la sahibi olmak birden fazla işle, sanatla ilgilenmeyi ifade eden kavramlardır.

Benim ömrümce yapmaya çalıştığım belki en önemli işlerden bir tanesi tek alanda sınırlı kalmamak. Akademik hayatı, işletmecilik ile alakalı çalışmalarla yürütürken sanat, edebiyat gibi çalışmalarla devam ettirdim.

Daha sonraki yıllarda satranç ve fotoğraf sanatıyla ilgilendim. Son zamanlarda 3 bant bilardoyla ilgilenmek ve tarih okumak, sosyoloji okumak, felsefe okumak psikolojiyle ilgilenmek gibi farklı konularla ilgileniyorum. Hayatı daha mütemmim daha sistematik bir alan olarak görüp anlamaya çalışmak benim belki de kendimle ilgili ifade edebileceğim farklı çalışma tarzlarımdan bir tanesi.

Bu çerçevede de yaşamaya devam ediyorum. Şu anda İstanbul'dayım.

 Şiire olan ilginiz nasıl başladı?

Ben şiirin içinde doğdum. 9 yaşımda 20 şiir ezberlemiş bir çocuktum. Yirminin üzerinde şiir vardı ezberimde. Bizim köy odamız bir Sibirya Gazisinin kurduğu odaydı.

Sibirya'da 4 yıl kalıp geri dönmüş bir adam, köyü yıkıldığı için köyünü yeniden inşa ediyor, inşa ettiği köyde de eskiden gelen bir kültür olan okuma kültürü devam ediyor. İlkokulun olmadığı bir köy burası.

Yatsı namazıyla akşam namazı arasında tarih okunuyor, çeşitli destanlar okunuyor, çeşitli hikayeler anlatılıyor, kıssalar anlatılıyor. İslam tarihi, siyer-i nebiler okunuyor. Yatsı namazından sonra da şiir faslı başlıyor. Biz o şiir fasıllarının içerisinde büyüdük.

Dolayısıyla şiire nasıl başladım, nereden başladım diye bir şey söz konusu değil. Ben çocukluğumda şiir dinleyerek büyüdüm.

İlk şiirimi lise çağlarımda yazmaya başladım. Köy odasında elde ettiğimiz birikim, kültür, kelime bilgisi, kavram bilgisi en önemli alt yapımız olarak bize hizmet etmeye başladı.

Şiirle doğmuş, şiirle yaşamış bir ailenin bir köy ortamının çocuğu olduğum için şiire ayrı bir zaman ayırma ihtiyacı hissetmedim. Yani o anlamda şanslıydım.

Şiir hayatınıza Alvarlı Efe’nin etkisi oldu mu?

Elbette oldu. Çünkü o köy odasında otuzun üzerinde şairin ismini işitmişim, şiirleri okunmuş. Onlardan bir tanesi de Alvarlı Efe Hazretleriydi. Onun Hülasatü’l-Hakayık diye bir divanı var. O divandan pek çok eser okunurdu, gazel olarak makamla söylenirdi. Hem Alvarlı Efe’nin güzel şiirleri hem de o şiirlerin makamla ifade edilmesi, gazel tarzında söylenmesi, şiir ve musiki tarzımızın gelişmesi açısından da çok önemliydi.

Bu sebeple Alvarlı Efe’nin köyde okunmaması, onun şiirlerinin ezberlenmemesi mümkün değil. Babam, Alvarlı Efe’nin onlarca şiirini ezbere okurdu. Son dönemin en önemli divanlardan bir tanesidir Hülasatü’l-Hakayık.

 Birçok insan sizi Yağmur isimli naatınızdan tanıdı. Yağmur’u yazarken ki sürecinizden bahseder misiniz?

Naat yazmaya karar verme sürecimde Rıza Amcamın çok büyük rolü var. Bir gün dedi ki “Bir şair naat yazmamışsa adam olmamıştır.”. Ben de benim naat yazmam lazım, yoksa adam olmayacağım dedim. Yazacağım naatımın ismi belliydi “Yağmur” olacaktı.

Bir gün otobüsle yolculuk yaparken trafiğin yoğunluğundan kaynaklı baya beklemiştik. Yağmur yağıyordu, camlar puslu ve gölgeler beliriyordu. İnsanları izlerken nereye gidiyor bu insanlar diye geçirdim içimden. Sonra aklıma okçular tepesi geldi, Abdülhamidhan’a gitti aklım sonra kendime sordum “Sen nereye gidiyorsun?” diye sordum.

Sonra biletimi çıkardım ve

“Sensiz ufuklarıma yalancı bir tan düştü / Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü/ Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül / Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü.”

diye yazmaya başladım. Çok şükür Allah’ım ben yazmaya başladım dedim.

Eve gidince eşimden rica etmiştim beni bir süre idare eder misin, çocuklarla ilgilenir misin diye. Lojmanda kalıyorduk, iki küçük odamız vardı. O iki küçük odalardan birinde üç ay kaldım. Sağ olsun eşim çok destek olmuştu, dikkatim dağılmasın diye çocuklarla tek başına ilgilendi. Bu süreçte yeri geldi duvarlarla konuştum. Çok sancılı bir süreçti.

Hamdolsun Yağmur naatını yazmak nasip oldu.

Şiir sizce nasıl okunmalı?

Eskilerin çok güzel bir sözü var, derler ki; şiir, selasetle ve kıraat ile okunmalı.

Selasetle dedikleri akıcı, kıraat ile okunmalı dedikleri de bağırarak çağırarak değil, normal bir yazıyı okur gibi akıcı bir şekilde okumak. Böyle kelimelere teganni vererek, farklı farklı çekimler oluşturarak, bağırarak çağırarak, kelimeleri uzatarak-kısaltarak değil vurguyu yerinde yaparak selasetle ve kıraatle okumak gerekiyor.

Şiir okumanın temel gereği bu. Biz de biraz yanlış anlaşılıyor; çocuklara bağırtarak, ağlatarak okutturuluyor. Bu doğru değil.

 Fotoğrafçılık sanatıyla uğraşıyor olmanızın bakış açınıza ne gibi etkiler oldu?

Fotoğraf, görünenin şiiridir diyoruz.

Dış dünyada gördüğünüz şeyler içerisinde estetik anlam ifade eden, şiir gibi olan birtakım görüntüleri de hafızanızda tutmaya çalışıyorsunuz. Bir süre sonra onlar şiirinizde de bir sinematografik ya da fotoğrafik alanlar oluşturabiliyor. İmgelerinize, şiir içerisindeki ifadelerinize yansıyabiliyor. Dediğim gibi hezarfen olmanın çok büyük faydası var. Birden fazla alanda bir şeyler yapmaya çalışmanın bu manada fotoğrafla ilgilenmemin şiirlerimin görüntüsü açısından çok önemli katkıları olmuştur. Bazı şiirler ilgilendiğim fotoğraf sanatından doğmuştur; Söyle Bana Hindiba gibi.

Fotoğraf sanatıyla ilgilenmemin bana çok önemli katkılarının olduğunu söyleyebilirim.

 Kadrajdan hayata bakmak size neler hissettiriyor?

Şöyle ifade edeyim; kadrajdan bakarken herhangi bir görüntüyü fotoğraflamak için dikkatli olmanız lazım, değil mi? Görünenler içerisinde fotoğraf karesi olabilecek o kareyi yakalayabilmek maksadıyla da gördüğünüz şeylere çok dikkatli bakmanız gerekiyor ve estetik bir bakış açınızın olması lazım.

O görüntüde bir ahenk, bir duygu var mı? İnsan fotoğrafı ise estetiği yerinde mi veya peyzaj fotoğrafı ise altın orana uygun mu? Fotoğrafın diğer unsurları açısından o görüntüye uygun fotoğraf olabilecek bir görüntü mü diye dikkat ediyorsunuz ve bir tasarrufta bulunuyorsunuz. Yani bir kareyi çerçevelerken de o karenin dışında bırakıyorsunuz bazı şeyleri. Fotoğraf sanatının, kadrajdan hayata bakmanın en büyük faydası bu.

Aslında fotoğraftan veya kadrajdan hayata bir ders diye uzun uzun konuşulabilecek bir konu.

Sizinle sohbet etmek çok keyifliydi. Paye Haber’e vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Hazırlayan:

Seleme DEVECİ

(Paye Haber Editörü)

Kaynak: Haber Merkezi

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.