Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Payehaber

Paye Haber - Payehaber haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Payehaber haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

EBRU SANATINI DÜNYAYA TANITAN SANATÇI Haber

EBRU SANATINI DÜNYAYA TANITAN SANATÇI

Sizi tanıyabilir miyiz? Adım Atilla Can. Kültür Bakanlığı envanterine kayıtlı, Türk süsleme sanatları sanatçısıyım. Kültürel miras taşıyıcıyım. Branşım Ebru Sanatı. Resim ile başladığım sanat yaşamıma, İstanbul’da Zal Mahmut Paşa Külliyesi’nde, geleneksel olarak usta-çırak yöntemiyle 5 yıl ebru dersleri alarak devam ettim. Kendimi tanımlayacak olursam; sıkı gelenek temeli ile yetişmiş, yenilikçi akımın temsilcilerindenim. A.Ü Geleneksel Türk Sanatları yüksek lisans, aynı zamanda Türkiye’nin ilk Kültürel Diplomasi Akademisi mezunu bir sanatçıyım. Şu ana kadar, dünyanın 5 kıtasında; etkinlik, festival, panel, kişisel sergi, atölye çalışması, sosyal sorumluluk projeleri gibi organizasyonlarla, ülkemi ve sanatımı temsil etme fırsatı buldum. Ebru dersleri veriyorum, öğrenci yetiştiriyorum. Kısaca kendi adıma diyebilirim ki, Ebru sanatına derin bir tutkusu ve adanmışlığı olan bir sanatçıyım. Ebru sanatı tarihinden bahsedebilir misiniz? Gerçekten, çok zor bir soru sordunuz. Çünkü halen, Ebru sanatı tarihi hakkında doğru ve net bilgilere sahip değiliz. Kaynak taraması yaptığınızda, klasikleşmiş cümlelerle karşılaşacaksınız. Ebru sanatı ilk kez nerede, hangi tarihte ve kimler tarafından yapıldı, tam olarak bilinmiyor cümlesi. Ama yaygın kanının, Orta Asya’nın Çağatay bölgesi olan Buhara ve Semerkand bölgelerinde ilk kez Ebru sanatının yapıldığı yönünde bir sav var. Yine, Orta Asya’dan İpek Yolu ile ebru sanatının önce İran’a, oradan da Anadolu’ya geçtiği, sonrasında İstanbul’a gelerek sanatın zirve yaptığı, ticaret gemileri ile Avrupa’ya ve dünyaya taşındığı yönünde bilgiler mevcut. Tarihsel süreç içinde, Ebru sanatının kâğıt süsleme ve kâğıt boyama sanatı olarak kullanıldığı görülmekte. Yine uzun zamanlar Hüsn-i Hat sanatına yardımcı bir sanat olarak görülmekte. Hat yazılarının dış ve iç pervazlarının, koltuklarının süslemesi, ebrulu kâğıtlar ile yapılmış. Yine, Ebru tarihine baktığımızda, en eski ebru örneklerinden biri olan, Şeyh Sadi Şirazi’ye ait olan Gülistan adlı eser karşımıza çıkıyor. Eserin sayfa zeminlerinin ebrulu olması, tarihlendirme açısından çok önemli bir kaynak niteliğinde. Arifi’nin 1539 tarihli Guy-i Çevgan adlı eserinin, her yaprağının kenarlarının ebrulu olması, Maliki Deylemi’ ye ait, 1554 tarihli Talik Kıt’a’nın, hafif diye nitelendirdiğimiz bir ebrulu kâğıda yazılması, Fuzuli’nin Hadikatüs Süeda adlı eser zemininin ebrulu olması, tarihlendirme adına önemlidir. Yine ebru tarihi adına, 1608’de yazıldığı bilinen, ilk ebru kitabı niteliğindeki Mehmet Efendi’ye ait Tertib-i Risale-i Ebri adlı eser, ebru sanatı tarihi açısından önemli kaynaklar içinde yer almaktadır. Şu ana kadar size, ebru tarihini 500 yıl geriye kadar, kaynaklarını söyleyerek anlattım. Yalnız, Erdoğan Vata’ya göre, Alman asıllı Rus Doğu Bilimci Türkolog, Vasili Vasilyeviç Radlof’un, 1902 Anav kazılarında, ebrulanmış bir keçe bulunduğu ile ilgili bir iddia var. Eğer bu bilgi doğru ise, ebrulanmış keçenin MÖ. 500 yılına ait olduğu ve bu bilgiyle de,  Ebru sanatı tarihinin 2500 yıl kadar, geriye gittiği söylenebilir. Resimden, Ebru sanatına geçiş sürecinde, sizi etkileyen şeyler neler oldu? Bana göre, hayat dediğimiz çizgi ile başlıyor ve nokta ile sonuçlanıyor. Ben de çocukluğumdan itibaren çizgiye sevdalıyım. Çizgi çizmeyi çok sevdim. Kendimce karalamalar yaptım, sulu boya ve yağlı boya resimler yapmaya çalıştım. Aslında düşünüldüğünde de ebru sanatı da bir resim sanatı. Çünkü tuvalimiz kâğıt yerine su. Beni ebru sanatına çeken, Ebru sanatının su üzerinde yapılıyor oluşuydu. Su üzerinde desen elde ediliyor ve kısıtlı bir zaman diliminde eser çıktısını alabiliyorsunuz. Su üzerinde boyaların birbirini saygıyla iterek, gücü oranında yüzmeleri, hiçbir rengin birbirine karışmadan, karakterini koruyor olması, su üzerinde yüzen boya ile bir desen elde edilmesi ve kâğıdın su üzerine yatırılıp, desenin kâğıda alınması, ne kadar etkileyici, şaşırtıcı ve cezbedicidir anlatamam size… Ebru teknesine boya damlatıyorsunuz ve damlatılan her boya dairesel olarak açılma eğilimi gösteriyor. Sizler, Ebru sanatında biz dediğiniz iğnelerle suyu incitmeden, o dairesel boyayı; sağa sola, aşağı-yukarı, istenilen her yöne çekiyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki, o dairesel boya kırmızı bir güle dönüşmüş ya da boynu eğik masum bir laleye dönüşmüş ya da soğuğa inat karlar altından çıkan, güneşin göz bebeklerine bakacak kadar cesur olan bir kardelene dönüşmüş. Veya narin bir inci çiçeğine, kanayan kalp çiçeğine, tutku çiçeğine, çiğdeme, su üzerinde yüzen nilüfere, rüzgarda salınan rüzgâr gülüne dönüşmüş. Düşünsenize, su üzerinde çiçekler açıyor ve bir ömür boyu hiç solmadan ve hep tap taze kalıyor. Ne muhteşem bir durum değil mi? İşte beni, ebru sanatında etkileyen, ebru sanatına büyük bir aşk ve tutku ile bağlayan sebepler bunlar. Resim sanatına devam ediyor musunuz? Dediğim gibi, zaten su üzerinde resim yapmaya devam ediyorum. Tuvalim su. Ancak çoğu zaman Ebrulu kâğıtlarıma da resim yapıyorum. Ebru yaptıktan sonra, ebru kâğıdım kuruyor ve bir fon elde etmiş oluyorum. O fon üzerine de resimler yapıyorum. Örnek verecek olursam, Ayasofya Camii açılışı anısına, Ebru üzerine yaptığım Ayasofya Camii, Ayasofya açılış gününde anı zarfı olarak tedavüle sunuldu ve koleksiyona girdi. Yine Birleşmiş Milletlerde açtığım sergide, resimli ebru formatındaki iki eserim, Birleşmiş Milletler binasına asıldı. Bu örnekleri çoğaltmam mümkün. Ancak size şunu söyleyebilirim; halen su üzerinde ve su dışında resim yapmaya devam ediyorum. Ebru sanatı insan ruhuna incelik katıyor mu? İnsan fıtratına etkileri var mı? Size söyleyeceğim; Ebru sanatı, icracısını da seyredeni de mest eden, insan ruhunu titreten bir sanat. Ebru sanatı ile uğraşmak, yaratılış biçimimize, yaratılış halimize, tabiatımıza, huyumuza elbette ki etki ediyor ve ruhumuza incelik katıyor, bunu inkâr edemem. Fakat bana göre, fıtratımız, huyumuz, daha çok geçmişten gelenle, geçmişin birikimleri ile şekillenen bir olgudur. Tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki; incelik, fıtrat, edep, hikmet tekne başında öğrenilecek basit olgular değil. Elbette su ile çalışıyorsunuz ve su sizi pozitif manada çok etkiliyor. Zaten bakıldığında su yaşamın temeli, bedensel ve ruhsal arınmanın, temizlenmenin kıymetli bir maddesi. Düşünüldüğünde, güzel sanatlarla uğraşıyorsunuz, güzellikler içindesiniz. Anlayanlar için zaten bu deruni ve mana taşıyan bir durum. Fikrimdir; her zaman, sadece Ebru teknesi başında değil, Ebru teknesi dışında da insan ruhunda incelikler olmalı. Daima güzel bakmalı, daima güzel görmeli, güzel düşünmeliyiz. Nezaket kuralları ile hareket edip, kendimize ve herkese karşı samimi olmalıyız. İnanın samimi olduğumuzda, idrak gelişecek, sadece sanat yaparken değil, sanatın dışında da ruhumuza incelik yerleşecektir. Ebru sanatına yurt dışı ve yurt içinde gösterilen ilgiyi nasıl görüyorsunuz? Ebru sanatı çok ilgi çeken bir sanat. Gerek yurt dışında, gerek yurt içinde bu ilgi katlanarak artıyor. Tahminimce Türkiye’deki birkaç ilçe nüfusundan fazla kişi, ebru sanatı ile uğraşıyor. Ülkeler baz alındığında, bu sayı katlanıyor. Yurt dışı festival, sergi, atölye çalışması vs. etkinlik davetleri aldığımda, gözlemim halen büyük bir çoğunluğun Ebru sanatını tanımadığı yönünde. Tabii ki bu durum, sanatımıza karşı, bir soğukluk ve ilgisizlik olarak yansıyor. Ancak o soğuk ve ilgisiz davranan kişiler, gözleriyle Ebru sanatının farklı yapımını, inceliklerini görünce anlık olarak tepkisel dönüşümler yaşadığı ve inanılmaz bir heyecan içine girdikleri, ebru sanatını kabullenmeye, sevmeye, bağlanmaya başladığını görüyorsunuz.  Yurt dışı davetleri; dakikası, günü, tarihi çok büyük bir disiplin ile planlıdır ve bir etkinlik için sizi en az bir yıl önceden bu planlama dahil ederler. Buna rağmen 1-2 saatlik atölye çalışmasının, 5-6 saate kadar çıktığını, yoruluncaya, parmağım şişinceye kadar Ebru yaptığımı biliyorum. Bir etkinlik, bir bakıyorsunuz ricalarla, birkaç farklı noktada ve birkaç etkinliğe dönüşmüş. Tabii ki bu, Ebru sanatımız için mutluluk veren bir durum. Diyebilirim ki; Ebru sanatımız Türkiye’de ve yurt dışında, geleneksel sanatlarımız içinde, en çok merak edilen ve en çok ilgi duyulan, çok kıymetli bir sanat. Ebru Sanatının UNESCO sürecinden bahsedebilir misiniz? Ebru sanatımızın koruma altına alınarak, ‘Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ ne alınması, dünyanın ortak mirası olması,  sanat tarihi adına çok önemli bir milattır. Düşünüldüğünde, Türkiye’den ilk kez bir sanat, UNESCO tarafından, kaybolmakta ve kıymetli bir sanat olduğu gerekçesiyle, koruma altına alınıyor ve tarihe adını altın harflerle yazdırıyor. Konudan bahsedecek olursam, 15 yıl önce, 2009 yılında Birleşmiş Milletler’ e ve UNESCO Paris merkezine dilekçeler göndermem ile bu süreç başladı. Dilekçelerimde, Ebru sanatından bahsederek, kadim bu sanatın geçmişinin çok eskilere dayandığını, çok kıymetli bu sanatın kaybolmadan, gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğini ve bu sanatın mutlaka koruma altına alınıp, yapılabilirse de dünyada bir günün Ebru Günü olarak kutlanmasını talep ettim. Konuyu Türk resmi makamlarına da anlatmak gerekiyordu. T.C Kültür Bakanlığımıza ve Türkiye UNESCO Milli Komisyonumuza, BM ve UNESCO Paris’e dilekçeler yazdığımı, taleplerde bulunduğumu bildirdim. Projeme destek olmalarını, UNESCO Paris’e resmi bir müracaat dosyasının hazırlanmasını istedim. Tabii ki insanları, kurumları hayâl ettiğim bu projeye inandırma çabalarım, beni çok zorlayan bir durum haline geldi. İkna çabalarımın süresi uzadı. Ankara’ya giderek yüz yüze, mail ve telefon görüşmeleriyle, yıllarca yılmadan ikna çabalarına devam etmeye çalıştım. Konuyu resmiyet dışında da anlatmak gerekiyordu. Ebru sanatı camiasına, farklı disiplindeki sanatçılara, akademisyenlere konuyu açıp projemi anlattım. Günlerim, projemi anlatmak ile geçiyordu Anlatımlarımda: “Düşünsenize; adı kaybolmakta olan sanatımız olan Ebru sanatı, koruma altına alınıyor, gelecek kuşaklara emin adımlarla aktarılıyor ve o resmi günün adına her yıl dünyanın birçok ülkesinden sanatçı ile panel, organizasyon, atölye çalışması, uluslararası sergi yapıyoruz. Yabancı sanatçılar ile tanışıyoruz, bilgi paylaşımı yaparak, sanatın gelişimine katkı veriyoruz. Ortak doğrularda buluşuyor ve bir yıl sonra tekrar, farklı bir yerde organizasyon yapmak üzere vedalaşıyoruz. Ne muhteşem bir durum.” diye projemin amaçlarından ve öneminden bahsediyordum. Fakat zaman geçiyordu, çoğu zaman sesim duvarlara çarpıp bana geri dönüyordu. Yalnızlık, anlaşılmamak, bir ur gibi içimi kemiriyordu. Ben de, mücadelemin 3. Yılında bu sürecin unutulacağını, sırf ikna çabaları ve monolog diyaloglarla bu işin yürüyemeyeceğini, mutlaka dünyada bir farkındalık yaratılması gerektiğini düşünerek, büyük bir cesaretle “UNESCO Paris talebimi ister kabul etsin, ister etmesin, ben dünyada bir günü Ebru Günü olarak ilan ediyorum ve kutlamalara başlayacağım” dedim. Hemen harekete geçtim. 2012’de, İstanbul’da 1. Dünya Ebru Günü’nü gerçekleştirdim. 20 ülkenin katılımı ile dünyanın en büyük ebru teknesi kuruldu. Konuşmalar, ödül töreni, uluslararası sergiler, tanışmaların olduğu çok etkili ve güzel bir organizasyonla etkinliğimizi tamamladık. Benim hedefim Ebru sanatını dünyaya tanıtmak olduğu için her yıl sanatın başkenti İstanbul’da, hep aynı tarz etkinlik yapmak değil de, sanatı şehirlere, ülkelere götürüp  sanatı farklı coğrafyalarda tanıtmak istedim. Bu nedenle 2013 yılında 2. Ebru Gününü’nü Gaziantep’te, 3.’sünü Trabzon’da, 4.’sünü Yalova’da, 5.’sini Çekya Prag’da 38 ülkenin katılımı ile tarihi Lucerna galerisinde, 6.’sını Abu Dhabi ve Dubai’de gerçekleştirdik. Yapılan tüm bu organizasyonlarda toplamda 50’ye yakın ülke projeye destek verdi. Uluslararası paneller, sergiler, atölye çalışmaları, Guinness dünya rekoru, dünyada ilk kez uluslararası çocuk ebru sergisi, dezavantajlı gruplar ile etkinlikler vs. gibi önemli işler yapıldı. Bu organizasyonlarla, dünyadaki ebru camiası yan yana geldi, dostluklar kuruldu. Bu yapılanlar o kadar amacına ulaştı ki, Türkiye’nin küçük bir kasabasında ebru sanatı ile uğraşan bir kişi, dünyanın 10 binlerce uzağındaki bir ülkede, ebru ile uğraşan biri ile arkadaş oldu. Bu dünyada, ebru sanatı camiası birlikteliği için önemliydi. Mücadelemin 4. Yılına dönersek, 2013 yılında Paris’e gittim. UNESCO binasının önünde durdum. Korunaklı o binaya, ulaşılmaz bir sevgili gibi uzaktan uzun uzun baktım. Yavaşça iki elimi havaya kaldırdım, UNESCO binasını tıpkı bir yönetmen gibi, parmaklarımla kadraja aldım. İçimde büyük bir heyecan oluştu ve “Atilla sen bu binayı Ebrularsın. Kendine bu bina önünde söz ver. Bu binayı kaplayacak Ebru’yu UNESCO Paris merkez binasına gönder. Bir yolunu bul, bu binadan içeri gir, projenle Ebru sanatını koruma altına aldır. Zafer gelirse de bu bina içinde zafer yumruğunu havaya kaldır. Söz veriyorum, söz, söz…” dedim. Türkiye’ye döndükten sonra, büyük bir istek ve azimle, Türkiye’den ve dünyadan ulaşabildiğim sanatçılara, UNESCO Paris’e dilekçe yazmalarını, projeme destek vermelerini istedim. Yalnız dilekçelerini, düz bir beyaz kâğıda değil de benim yaptığım gibi; en güzel Ebrularının üstüne, kaligrafik ve güzel bir yazı ile tezhiple süslenmiş bir şekilde, tıpkı bir sanat eseri niteliğinde göndermelerini, gönderirken de kendilerinden ebru sanatının güzelliklerinden, bu sanatın mutlaka korunarak, gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğinden ve hangi ülkede yaşadıklarından bahsetmelerini istedim. İnanır mısınız! Sanki yüzyıllardır, benim bu talebim bekleniyormuş gibi, dünyanın birçok ülkesinden; Amerika’dan, Güney Afrika’dan, Avustralya’dan, Meksika’dan, Rusya’dan, Kazakistan ’dan, Almanya’dan, İsviçre’den, Fransa’dan, Türkiye’den vs dünyanın birçok ülkesinden Ebrulu dilekçe akın akın, tıpkı bir sağanak gibi UNESCO Paris merkezine gitti. Deyim yerinde ise, dünya savaşından sonra, UNESCO Paris’i Ebru bombardımanına tuttuk. Bu olay, dünyada ve Türkiye’de çok büyük bir ilgi ve heyecan oluşturdu. Tabii ki aynı heyecan ve şaşkınlık UNESCO Paris merkezini de sarıyor ve bu şaşkınlık içinde, UNESCO Paris merkezi, Türkiye UNESCO Paris Daimi Büyükelçimizi arayıp yüzlerce Ebrulu dilekçenin UNESCO’ya geldiğini bildiriyor. Daimi Büyükelçimiz konuyu Kültür Bakanlığı’na bildiriyor. Kültür Bakanlığı’ndan üst düzey bir bürokrat da beni cep telefonumdan arayarak bilgi edinmek istediğini dile getirdiğinde, Kültür Bakanlığı’nda diğer bürokratlara anlattığım gibi konuyu tekrar o bürokrata da anlattım. Bu olayın, Ebru sanatının koruma altına alınması, Ebru sanatının gelecek kuşaklara aktarılması ve yapılabilirse de bir günün Ebru Günü olarak kutlanması talebinin, farkındalık yaratması adına yapılan bir aksiyon olduğunu, Kültür Bakanlığımızın, UNESCO Paris’e resmi bir Ebru dosyası hazırlayıncaya kadar bu farkındalıkların, aksiyonlarımın devam edeceğini, kısa zaman sonra yeni bir atak daha yapacağımı, bu atağımın bundan daha etkili ve ses getireceğini söyledim. Bürokrat, ne yapacaksınız dediğinde, yeni yapacağım atağı anlattım. “Hocam, bu hafta projeniz ile ilgili bir toplantı tertip edip, sonucu size kısa bir süre sonra bildireceğiz.” deyip telefonu kapattı. Gerçekten de kısa bir zaman sonra aradılar beni. Kültür Bakanlığı’nda yapılan toplantıda projemin, öngörülür bir proje olarak kabul edildiği söylendi. O günden sonra Kültür Bakanlığımız ile eşgüdümlü çalışmalar ile Ebru dosyası hazırlandı ve UNESCO Paris’e gönderildi. UNESCO, 9. Somut Olmayan Kültürel Miras Hükümetlerarası Komite Toplantısı, 24-29 Kasım 2014 günleri arasında ilan edildi ve Kasımda aşk başkadır deyip Paris’e gittik. Toplantılar başladı. O yıl, UNESCO Paris görüşmeler için 33 dosya kabul etti ve en iyi 5 dosya arasında Ebru dosyası da gösterildi. Bu olay, koruma adına bir umut kaynağı oldu. Ebru dosyası görüşülmeye başladı, bazı olumsuzluklar yaşandı fakat 27 Kasım 2014 günü, UNESCO Paris merkez binasında, 190 ülke ayağa kalkıp alkışlayarak, Ebru sanatını dünya mirası olarak koruma altına almış oldu. Aslında, Ebru sanatı için 6 yıla yakın bir mücadele vermiştim. Yıllar sonra anladım ki, sadece bu mücadele, Ebru sanatı için değilmiş. Geleneksel Türk sanatları içinmiş. Çünkü bu mücadelem, diğer sanatlarımıza da ilham kaynağı oldu ve geleneksel sanatlarımıza UNESCO’da bir kapı açılmış oldu. Çünkü 2 yıl sonra Çini sanatı daha sonra Hat sanatı, Minyatür sanatı ve birkaç hafta önce de Tezhip sanatı UNESCO tarafından koruma altına alınmış oldu. Ben de, UNESCO binasının önünde kendime vermiş olduğum sözü böylelikle tutmuş oldum. UNESCO Paris binasını kaplayacak kadar Ebru Paris’e gitti. UNESCO binasının içine girdim, Projemle Ebru sanatını koruma altına aldırttım ve yine o bina içinde zafer yumruğumu havaya kaldırdım. Bu süreçte sizi destekleyenler oldu mu? 6 yıla yakın süren bu süreç, benim için çok uzun, çok zorlu ve yorucu oldu. Tek başına başladığım bu yolda, insanlara projemi anlatmak, anlaşılmak beni inanılmaz yıprattı. Çoğu zaman yalnızlığımda, umudumu yitirmeye başladığımda, en büyük yardımcım kuşkusuz, koşulsuz bana inanan ailem oldu. 6 yıl boyunca yanımda durup, bana inanıp, bana hep destek oldular. Yine, Ali Hocamın desteği, bir kısım meslektaşım ve akademisyenin, farklı sanat disiplinindeki sanatçıların desteği vardı. Sorunuz, biraz da “Sizi desteklemeyenler de oldu mu?” manasına geliyor. Türkiye adına, adı kaybolmakta olan sanatımız olan bir sanatın, gelecek kuşaklara aktarılması, koruma altına alınması, dünyada bir günün Ebru günü olarak kutlanması, uluslararası sergiler yapılması, bilgi paylaşımının yapılması, sanata katkı sağlanması, Ebru sanatını dünyaya tanıtmak, sanat ve ülke adına farkındalıklar yaratmak, bir kısım çevrenin hoşuna gitmedi tabi ki. Sebepsiz yere, selamı sabahı, diyaloğu kesenler oldu. Tek çıktığım bu yolda, arayışlarımı sürdürürken, üst düzey bir yönetici: “Atilla hocam tek kişisiniz ama bin kişilik ordu gibi hareket ediyorsunuz.” demişti. Haklıydı da… Bir kişiyken, dünyanın birçok ülkesini arkama alıp, binlerce kişilik bir ordu oluşturdum ve zafer kazandık… Sizinle sohbet etmek çok keyifliydi. Paye Haber’e vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Hazırlayan: Seleme DEVECİ (Paye Haber Editörü)

SOKAK DUVARLARINDAN SANAT LEVHALARINA YOLCULUK Haber

SOKAK DUVARLARINDAN SANAT LEVHALARINA YOLCULUK

  1- Yakup Hocam kendinizden bahseder misiniz? 39 yaşındayım, İstanbul’da yaşıyorum. Aslen Iğdırlıyım. Ortaokul ve lise dönemlerinde dışarıdaydım, çalışma hayatına erken başlamıştım. Çok renkli, abartılacak bir hayatım yok, basit yaşıyorum. Güzel olan her şeyden keyif alıyorum.   2- Kaligrafi Sanatına olan ilginiz, merakınız nereden geliyor? Sokak sanatçıları olurdu, onları izlerken çok özenirdim. Kaldırımda oturup saatlerce izlediğimi bilirim. Onlara bakıp yazılarını kağıda yazarak taklit ederdim, sonra okulda verilen yıllık ödev kapaklarına süslemeye çalışırdım. Bunun sanat olduğunu bilmeden yapıyordum. Bu süreçte resim öğretmenim bunun farkına varmıştı. Bir gün benden resim çizmemi rica etti. Çizdiğim resmi görünce sendeki bu yeteneği keşfetmemiz lazım, resim kursuna devam et, demişti. Askerlikten sonra grafiti sanatıyla tanıştım. Sokakta her yerde yazılar yazılıyordu, arkadaşlarım vesilesiyle o işe girmiştim. Ta o süreçlerde uğraşırken, kaligrafiyle yolum kesişti. Bir hocamızı Sultanahmet’te, stantta yazı yazarken gördüm. Daha güzel geldi bana. Daha disiplinliydi, hoşuma gitmişti. Grafiti sanatından sonra kaligrafi arayışım başladı. Bu dediğim de yaklaşık 2-3 yıl sürdü. Çünkü o dönemlerde bildiğim bir hoca yoktu. Sayılı kişilerden olan Murat Ünver hocamız vardı. Bu vesileyle bir yerden başlama fırsatımız oldu. Başladım ve 10 yılı aşkın süredir de devam ediyorum. İyi ki başlamışım. Yazı olmasaydı acaba ne yapardım? Gerçekten farklı bir duygu. Çünkü yazı farklı bir iletişim aracı. Hayatımın bir parçası oldu. Çok yorulduğum, çok hırpalandığım zamanlar oldu. O 10 yıllık süreçte gerçekten çok zorluk çektik. Pişman değilim. İyi ki olmuş, iyi ki buradayım diyorum. Harflerin büyüsüne kapılıp buraya kadar geldik. 3- Kaligrafi sanatını hangi Hoca/Hocalardan öğrendiniz? Eğitim süreciniz nasıl geçti? Biraz bahseder misiniz? Eğitim sürecim çok çetrefilli gelişti. Sabit bir hoca ismi veremiyorum çünkü öyle dizinin dibine oturup da usta-çırak ekolünde eğitim alma imkanım olmadı. Farklı hocalardan eğitimler alıp istifade ettim. Yazı sanatına 2010’lu yıllarda başladım. Sürekli bir arayış vardı. Farklı hocalardan görüp biraz eğitim alıp başka bir hocaya geçiyorduk. O dönemlerde hocalarda da yetkinlik çok azdı. Bırakın hoca bulmayı, malzeme bulamıyorduk. Bünyamin Kınacı o dönemlerde bana çok destek oldu. Fatih Çelik, Şenol Özdemir, Erhan Olcay Hocalarımdan çok istifade ettim. Hz. Ali (kv) ’nin meşhur bir sözü vardır: “Bana bir harf öğretenin, kırk yıl kölesi olurum.’’ Allah hepsinden razı olsun, hepsinden istifade ettik. 4- Eğitim süreciniz hep yüz yüze mi ilerledi yoksa çevrimiçi eğitim aldığınız zamanlar da oldu mu? Tamamen yüz yüze ders aldım. Yeri geliyor Ankara'ya gidiyordum, iki gün orada ders alıyordum. Yeri geliyordu İstanbul’daki bir hocanın yanına gidip ders alıyordum. Yani sürekli gidiş-geliş yapıyordum. 5- Ne tür projeler yaptınız? Çalışırken genelde hangi hususları göz önünde bulunduruyorsunuz? Yurt içinde farklı farklı sergilere katıldık… Benim bir şahsi sergi hayalim var. Onun için biraz daha zamanım var, hazırlıklarını yapıyorum. Şu an, tamamen kendimi eğitim alanına adadım. Allah ömrü vefa verirse bir şeyler yapmaya çalışacağız. Uluslararası jürili sergiler vardı, onlara katıldım. Onun haricinde PenFest gibi farklı organizasyonlarda yazıyı tanıtmak için çalıştım. Bunun yanında eğitim atölyeleri, workshoplar vs oluşturdum. Şu an için bu sanatın gerçekten yayılmaya ihtiyacının olduğunu düşünüyorum. Birilerine öğretilmeye ihtiyacı var ve bunun için de öğreten kişinin önce kendisi iyi öğrenmeli. Kendisini bu alanda gerçekten iyi yetiştirmeli ki bir şeyler aktarabilsin. Ben de 5 yıldır tamamen bunun için çalışıyorum diyebilirim. Yaklaşık 10-14 yazı karakteri yazabilecek, eğitimini verebilecek seviyede kendimi geliştirmeye çalıştım. Yurt dışından, yurt içinden hocalardan eğitimler almaya çalıştım. Biraz daha sürem var. Yapmam gereken bazı şeyler daha var. Bizim amacımız çalışmalarda, dışardan Avrupa'dan bakan insanların da anlayabileceği, onların da kendine bir etkileşim sağlayabileceği çalışmalar ortaya çıkarmak. Öncelikle bunu başarmak zorundayız. Bunu başarabilmek için de doğru noktadan başlamak lazım. Kişilere becerilerini kazanmaları ya da becerilerini keşfetmeleri için desteklerde bulunuyoruz. Daha sonrasında aynı yöne bakan, aynı dili konuşan, aynı sanat seven kişiler arasında topluluklar oluşturup bir araya getirmeye çalışıyorum. Yüz yüze aktif olarak buluşmalar sağlıyoruz. Hepimiz bir araya geliyoruz. O günün tamamen muhabbeti mürekkep, kalem, kağıt, yazı… Bu toplulukları daha sık, daha fazla bir araya getirmek için uğraşıyoruz.   6- Kaligrafi sanatı Türkiye’de şu an ne durumda, nasıl ilerliyor? Şu an çok iyi. Gerçekten ilgi duyan çok kişi var. İnsanların artık yavaş yavaş ilgisini kazanmaya başladı. Artık çoğu kişi harflerin, mürekkebin, kalemin büyüsüne kapıldı gidiyor… 2018’den beri resmi olarak eğitmenlik yapıyorum. 12 yıl öncesinden bugüne kadar baktığımız zaman talep çok fazla. Eskiden daha çok hobi amaçlı yapan insanlar vardı. Şu an bu sanatı daha ciddiye alıp uğraşanlar oluyor ve sayıları git gide artıyor. Bu sevindirici bir olay, bu da bizi kamçılıyor, daha fazla çalışma gayreti içine giriyoruz. Son zamanlarda biraz daha gündeme geldi diyebilirim. 7- İleriye dönük ne tür hedefleriniz var? İleriye dönük çok hedeflerim var. Benim aslında amacım bu estetiği herkese yaymak, insanların bu duyguyu hissetmesini sağlamak. Bunları yaparken de aslında insanlara bu estetiği ilk başta bir sunmak lazım. Estetiğin varlığını sergilerle göstermeye çalışıyoruz. İnsanların kendi becerilerini ortaya çıkarması için topluluklar oluşturup insanları bir araya getirmeye çalışıyorum. Bu deneyimleri ve kültürleri birbirine aktarmak sadece Türkiye ile sınırlı kalmayıp böyle sınırları aşan bir proje başlatmak istiyorum. Sanatseverlere ilham vermek, yeni bireylerin yetişmesini sağlamak… Bunun gibi birçok hedeflerim var. Bakın Avrupa'da da takip ettiğim saygı değer insanlar var. Kendi yazıları, kendi kültürleri olmasına rağmen bizim ülkemizde birçok kişi onlardan çok daha iyi yazıyorlar. Kaligrafiyi daha büyük bir kitleye ulaştırmak adına kültür bakanlığıyla güzel bir başlangıç yapmış oldum. Gerçekten bu Türkiye'de kaligrafi için büyük bir adım. İleride bunun birçok faydasını göreceğiz. Çünkü daha düne kadar kaligrafi tanınmayan bir şeyken, bugün eğitimini tamamlamış öğrencilere Kültür Bakanlığı onaylı sertifikalar veriliyor. Bu güzel bir olgu, bunun mimarı olmak, bunu başlatabilmekte benim için büyük bir gururdur. Türkiye'ye sertifikasyon işini de getirmeyi istiyoruz. Bir kaligrafın bu işi öğrendikten sonra bir yerlerde rahat eğitim verebileceği ya da iş yeri açma konusunda farklı alanlarda önünün açık olabileceği inovasyonları da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak getirtmek istiyoruz. Bunun için de çalışmalarım var. Tabii iş bürokraside bitiyor. Biraz sıkıntılı süreçler, o süreçleri başarıyla atlatabilirsek çok güzel olacak. Çünkü biz bugün sertifika almak için klasa gönderiyoruz yurt dışına. Bunu Türkiye'de kendimiz de yapabiliriz. Amacım kaligrafinin Türkiye'de çok iyi bir noktaya gelmesi. Karınca misali yola çıktık. En azından safımız belli, yolumuz belli, gittiği yere kadar gideceğiz. 8- Kaligrafi sanatıyla uğraşanlara veya yeni başlayacak olanlara tavsiyeleriniz nelerdir? Her şeyden önce doğru eğitmenle başlasınlar yazıya. Çünkü burada gözü, zihni ve eli terbiye ediyorsunuz. Doğru eğitim almak lazım. Aksi takdirde bunlar çok kötü sonuçlar doğurabiliyor. Verilen zamana, emeğe yazık. İmkanlar dahilinde iyi bir şey çıkarabilmek için doğru malzemeyle yapmak lazım. Ben de “3 S” kuralı var; Sevmek, Sabretmek ve Süreklilik… Önce sevmek lazım. Bir şeyi seviyorsanız kusurları size görünmez. Çünkü bu çok meşakkatli bir süreç. Yeri gelecek uykusuz kalacaksın. Yeri gelecek yemek yemeyeceksin. Yeri gelecek bir eğlenceye, aktiviteye gitmeyecek katılmayacaksın. Eğer kendini geliştirmek istiyorsan bir şeylerden feda etmen lazım. Bu işlerin hepsine katlanabilmek için gerçekten aşık olmak lazım. Sonra da sabretmek lazım bu meşakkatlere. En son da bu meşakkatlerin üzerine de sürekli olarak çalışmak lazım. Çünkü elle yapılan sanatların hepsi nankör, yazmayı bıraktığınız zaman o da sizi bırakır. O yüzden sürekli tekrar etmek gerekiyor. Yeni şeyleri denemekten korkmayın. Yani toparlayacak olursak doğru eğitmen, sevmek, sabretmek, süreklilik ve doğru malzeme. Bu iş için biçilmiş kaftan. 9- Herkes Kaligrafi yazabilir mi? Yediden yetmişe herkes yazı yazabilir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Benim şu an 67 yaşında bir öğrencim var. Muazzam yazılar yazıyor. Yeteneği disiplin ile birleştirirseniz yolunuzu biraz daha kısaltır aksi takdirde disiplinsiz bir yetenek pek bir işe yaramıyor. Bunu da birçok kez görmüş olduk. 10- Sizi en çok etkileyen kitap ismi diye sorsam, aklınıza ilk hangi kitap gelir? İlk aklıma gelen kitap Esrarengiz Oduncular Paul J. Bonzon'un kitabıydı. Son dönemlerde okuduğum kitap İçindeki Devi Uyandır. Bunların dışında kaligrafi kitaplarını okumayı çok seviyorum. Söyleyeceklerim bu şekilde, teşekkür ederim. Sizinle sohbet etmek çok keyifliydi. Paye Haber’e vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Hazırlayan: Seleme DEVECİ (Paye Haber Editörü)

KEM ALAT İLE KEMALAT OLMAZ  Haber

KEM ALAT İLE KEMALAT OLMAZ 

KEM ALAT İLE KEMALAT OLMAZ  Hat sanatını icra edeli bu atasözünün hayatımızdaki yerini ve ne ifade ettiğini daha iyi anladım. Çünkü hangi işi yaparsak yapalım ve o işte ne kadar iyi bir seviyede olursak olalım, eğer sıradan ve vasat aletlerle yapıyorsak başarılı bir sonuç bekleyemeyiz. İyiye ve mükemmele ulaşmanın ilk şartlarından biri devamlı olarak kaliteli ve yapılan işe uygun aletleri tercih etmektir. Böylelikle başarılı ve güzel bir sonuç elde ederiz. Özellikle sanat icra eden kişilerin bu hususa daha dikkat etmesi gerekir. Bütün sanatların kendine özgü özel malzemeleri bulunmaktadır. İcra edilen tüm sanatların tam anlamıyla doğru bir şekilde ilerlemesi ve iyi bir eser elde edilmesinde en önemli katkıyı kullandığı malzeme sağlar. Özellikle hat sanatında kullanılan malzemeler birbiri ile bütünlük içindedir. Biri iyi değilse diğerinin işlevini kısıtlar. O yüzden her biri özenle seçilmelidir. Görsel anlamda göze, ruhani olarak gönle hitap eden hat sanatı için; “Kem alatla kemalat olmaz” sözü her zaman kullanılır. Hat sanatı için büyük önem arz eden malzemeleri sıralayacak olursak ilk sırayı kalem, mürekkep ve kağıt alır. Bu malzemeleri de mühre, kalemtraş, makta, hokka ve yazı altlığı takip eder. Kalem Hat sanatının temel aracı olan kalem, Kur’an-ı Kerim’de zikredildiği ve üzerine yemin edildiği için diğer malzemelerden üstün tutulur. Yazı yazarken kalemden iyi bir sonuç elde etmek istiyorsak seçerken düzgün ve hafif sertlikte bir kalem alıp, usulüne uygun açmamız gerekir. Kalem açmak yazıyı öğrenmek kadar meşakkatlidir. Kalemi yazıya hazır hale getirmek için bıçak ve maktaya ihtiyaç vardır. Açarken yavaş ve dikkatli şekilde hareket edip ucunu badem şeklinde açtıktan sonra, maktaya yatırılarak ucu eğimli bir şekilde kesilip orta kısmından çatlatılır. Böylelikle kalem yazılacak yazı türüne göre yazıya hazır hale getirilir. Bozuk bir kalemle düzgün ve estetik bir eser çıkarmak mümkün olmayacağı için mutlaka bu kurallara uygun hareket etmemiz lazım. Hatta Hz. Ali(ra)’nin bir sözü vardır ki kalemin ehemmiyetini daha iyi ifade eder: “Kalemi iyileştirirsen yazını da iyileştirirsin; kaleme bakmazsan yazıyı yüzüstü bırakmış olursun, çünkü yazı kaleme tâbidir.” Ayrıca sanatlar içerisinde sadece hat sanatında malzemelere karşı bir hassasiyet, hürmet, edep ve bir saygı vardır. Çünkü ayet ve hadis yazıldığı için açılan kalem yongaları, kağıt artıkları gelişi güzel çöpe atılmaz; muhafaza edilir veya yakılır. Özellikle kalem yongaları geçmişten günümüze gelen bir gelenek ile biriktirilir. Osmanlı dönemi hattatları bu yongaları saklar, gasil sularını biriktirdikleri yongalarla kaynatılmasını vasiyet ederlermiş. Şimdi ise bu yongalar temiz bir toprağa gömülüp veya yakılmaktadır. Yazıya boyut veren nokta ölçüsüyle harfleri en mükemmel hale dönüştüren kalem, sanatın güzelliğini ortaya çıkarmakta en büyük katkıya sahiptir. Yazı çeşitlerine göre kalemler kendi aralarında çeşitleri vardır. Bunlar; Kamış Kalem Cava Kalem Kargı Kalem Tahta Kalem Bambu Kalem Menevişli/Hindi Kalem Kağıt Genel anlamı ile yazı yazılan malzeme olarak bilinen kağıt, kalemden sonra hat sanatı için ikinci önemli olan malzemedir. Hat sanatında kullanılan ham kağıt değildir. Kağıdın yazıya uygun hale gelmesi için bir çok işlevden geçmesi lazım. İlk işlev boyanmasıdır. Kağıdın rengini elde etmek için renk veren bitkiler kullanılır. Bunlar: Çay, soğan kabuğu, nar kabuğu, cehri tohumu, al bakkam, mor bakkam gibi bitkilerin rengi çıkartılarak banyo usulü ile kağıtlar renklendirilir. Renklendirilen kağıt kuruduktan sonra ahar işlemine geçilir. Ahar yumurta ve nişasta ile yapılır. Hazırlanan ahar bir sünger yardımıyla kağıdın yüzeyine sürülür. Kurumasını bekledikten sonra bu işlem birkaç defa tekrarlanır. Bir kağıda ne kadar ahar yapılırsa yazı için daha elverişli hale gelir. Aharlanan kağıt, mührelenip uzun süre bekletilirse güzelleşip kalitesi daha çok artar. Aharlı kağıt tercih edilme sebebi ise; yazı yazarken mürekkebin dağılmasını engellemek, kalemin hareketine esneklik kazandırmak ve yapılan yanlışları kolay silmek için aharlı kağıt kullanılır. Böylelikle yazılar daha kolay yazılarak kaliteli ve ölümsüz eserler ortaya çıkar. Mürekkep Hat sanatı için gerekli olan üçüncü malzeme de mürekkeptir. Genellikle ilk tercih edilen is mürekkebidir. Siyah is mürekkebi, is ve zamkla elde edilir. Kıvama gelmesi için uzun bir yolculuktan geçer. Kullanılan zamk genelde arap zamkı olup bir havan içine ölçülü bir şekilde bırakılarak boza kıvamına gelene kadar dövülür, dövülme esnasında içine azar azar is eklenerek karıştırılıp mürekkep kıvamına gelmesi sağlanır. Beklenilen sonuç elde edildikten sonra kullanılmaya hazır hale gelen mürekkep şişe içerisine bırakılarak saklanılır. Tedarik edilen mürekkep hokka içerisindeki lika (ipek ipliği) üzerine dökülüp karıştırılarak yazmak için hazır hale getirilir. İyi bir mürekkep, kağıdın üzerinden rahat bir şekilde akar ve eserin daha muntazam çıkmasında önemli bir etkisi olur. Bu sonucu da en iyi is mürekkebi sağlar. İs mürekkebi, üzerinden yıllar geçse bile renginde herhangi bir akma veya solma söz konusu değildir. Ayrıca is mürekkebi kaliteliğinin yanı sıra, hattat yaptığı bir yanlışı kolaylıkla yalayarak silebilir. Bu yalama işlevinden dolayı halk arasında mürekkep yalama tabiri hattatlıktan gelmektedir. Hat sanatında is mürekkebi dışında başka mürekkeplerde kullanılır. Bunlar: Kırmızı (lal) Beyaz (üstübeç) Zerendud (altın)  Hattat çıkardığı eserin son dokunuşlarını yapmak için yani yazı sonrası yapılan tashih (düzeltme) işlevinin, yazıyı şişirip bozmaması içinde bazı hattatlar tashih mürekkebini ayrı hazırlarlar. Yukarıda bahsettiğimiz bu üç malzemenin önemini vurguluyan güzel bir söz de şudur: “Kalemin alasını, mürekkebin ranasını ve kağıdın zibasını bulmak gerekir.” Hokka Arapçada kutu anlamına gelmekle beraber içine mürekkep konulan malzeme olarak da bilinir. Hokka genelde cam, seramik, bakır, pirinç, gümüş olarak üretilir. Fakat içindeki mürekkebin uzun ömürlü olması için genelde cam ve seramik olanlar en çok tercih edilir. Çünkü hokkanın ham maddesi içindeki mürekkebi etkileyeceği için bunlara dikkat etmek gerekir. Ayrıca mürekkebin güzel kokması için bir miktar koku da damlatılır. Tercih ettiğimiz hokkayı hazırlama aşaması şöyledir: Bir miktar su ile hafifçe ıslatılmış lika hokkaya yerleştirilir. Onun üzerine de mürekkep damlatılarak hokkamız yazı yazmak için hazır hale getirilir. Makta Hat sanatında kullanılan kamış kalemin ucunu, usulüne uygun kolay bir şekilde kesip ve çatlatmak için kullandığımız alete makta denilir. Kalemin yatırılıp kesildiği yere de kalem yuvası adı verilir. Genel olarak Kemik, Fildişi, Abanoz, Bağa, Sedef gibi maddeler kullanılarak elde edilmiştir. Çünkü bu malzemeler kesmeye kullandığımız kalem traşın keskinliğine zarar vermez. Fakat daha sert maddeler üzerinde kat işlemi yapılırsa yani cam ve mermer gibi, bunlar bıçağı kullanılamaz hale getirebilir. Kalemler açıldıktan sonra maktanın üzerinde meyilli kesilme işlemine, kat kesildikten sonra orta kısmının ayırmasına Şak yapmak denilir. Ayrıca kat etme işlemi yazının keskin olmasında büyük yer tutar… Kalemtraş Hat sanatında yazılan yazının keskinliği ve güzelliği kalemin iyi ve doğru bir şekilde kesilmesine bağlıdır. Bu yüzden kullandığımız kalemtraşın çok keskin olup kalemin ucunu tek seferde pürüzsüz bir şekilde kat etmesi lazım. Bahsedilen kalemtraş bıçak görünümlü olup saplı çakı şeklinde bir alettir. Tashih için kullanılan ise daha küçük neşter boyutunda bıçaklardır. Kalemtraşın tiğ denilen kesici kısmı, sap kısmı ve parazvana denilen bağlantı yeri olmak üzere üç bölmeden meydana gelir. Eski dönemde kullanılan kalemtraşların, parazvana kısmına ustanın ismi yazılırmış. Şimdi ise çoğunlukla bu tip bıçaklar yerine maket bıçağı tercih edilmektedir. Lika Hokkanın içine yerleştirilen saf ipeğin adına lika denilir. Hokkanın içine, tiftikleyerek bırakılıp üzerine miktarınca mürekkep eklenilerek kullanılır. Lika kalemin mürekkebe rahatça batırılıp miktarınca alınmasını sağlar. Likasız kullanılan hokka ise kaleme mürekkebi fazlaca alır, böylelikle yazarken yazının güzelliğini bozar. Bu ipek ipliğin tercih edilmesinin sebebi ise erken deforme olmaması ve aynı zamanda kalemin ucuna takılmadan rahat batırılmasıdır. Uzun süre kullanılan lika eğer parçalanmaya başlamışsa değiştirip yenisi bırakılması gerekir. Likanın diğer önemli özelliği ise hokkamızı ters çevirsek bile kesinlikle içindeki mürekkebi akıtmaz. Mühre Çakmak taşı, akik taşı ve camdan yapılan mühre, aharlı kağıdın parlaması ve pürüzsüz hale gelmesi için kullanılan bir alettir. Mührelenen kağıtta yazı daha net ve düzgün çıkar. Kalemin kağıt üzerindeki hareketini kolaylaştırır ve kağıt üzerine mürekkebin tam ayarında akmasını sağlar. Her ahar işleminden sonra kağıda mühre yapılır. Mühre sadece kağıdı değil, altın ile yazılmış yazıları, tezhipleri parlatmak için de kullanılır. Yazı Altlığı Yazı yazarken kağıdımızın altına mutlaka orta yumuşaklıkta deri veya bir mukavvanın üzeri kaplanıp, yazı altlığı olarak kullanılır. Bu kalemimizin tam oturmasını sağlayarak ele serbestlik katıp, daha rahat yazı yazmamıza yardımcı olur. Esra Teşdoğ (Hattat) Kaynakça; Hat sanatı: Süleyman Berk Yazıya giriş: M. H. Subaşı XVIII. yy Divan Şiirinde Hat Malzemeleri: Mutlu Melis ÖZGERİŞ Kalem Güzeli: Mahmut Bedrettin Yazır Paye Sanat

HAT SANATI NEDİR Haber

HAT SANATI NEDİR

HÜSN-İ HAT SANATIMIZ   Arapça kökenli bir kelime olan Hat; çizgi, yazı, yol anlamına gelmekle beraber güzel yazı sanatı “hüsn-i hat” olarak da adlandırılır. Bu yazıyı icra edenlere ise Hattat denilmektedir. Hat sanatı, Hz. Ali (kv) döneminde başlamıştır. Peygamber Efendimizin(as) katipliğini yapan Hz. Ali (kv), ilk hattatımız olarak bilinir. Yazının Piri olarak anılan Hz. Ali (kv), Kur’an-ı Kerim’i ilk yazı türümüz olan Kufi ile en güzel ve en doğru şekilde aktarabilmek için güzel bir üslup ile yazmaya gayret etmiştir. Böylelikle yazı o dönemden günümüze kadar gelişme göstermiştir.                       Kur’an-ı Kerim’in yayılmasında büyük etkisi olan hat sanatı, güzeli arama çabasıyla İslam’ın güzelliklerini yazı ile ortaya koymuştur. Kur’an’a hizmet eden hat sanatı, aynı zamanda “cismani aletlerle yapılan ruhi bir hendesedir.’’ diye de tarif edilir.                          Göze ve ruha hitap eden Hat sanatı, içinde sabır, emek ve gayreti barındırarak mükemmele ulaşma çabasında olan bir sanat dalıdır. Hat sanatı eğitimi, geçmişten günümüze kadar usta-çırak veya hoca-talebe usulü ile öğretilir. Uzun soluklu eğitimi olan hat sanatı, tek başına öğrenilip ilerleme kaydedilen bir sanat değildir. Mutlaka bir hocaya başvurarak usulüne uygun şekilde meşk edilmesi gerekir. Tercih edilen hoca bilgili, tecrübeli yani bu işte ehil biri olmalı. Çünkü talebenin hızlı yol alıp doğru ilerlemesinde hocanın rolü büyüktür. Hatta Hz. Ali(kv)’nin meşhur bir sözü vardır; “Hat üstadın taliminde gizlidir, onun kıvamı da çok meşk etmekledir, devamı ise İslam dini üzere olmaya bağlıdır…”                                               Hat sanatında önemli bir yeri olan hoca, bu yolda talebesini ilerletirken maddi manevi her şeyi aşılayıp hayatına başka bir pencere açar. Hoca talebe ilişkisi ebedidir. Eğitim süreci bitse bile devam eder. Bunun için de edep, saygı ve sevgi çerçevesinde devam ettirilmesi gerekir. Talebe hat sanatı serüvenine başlarken kapısını çaldığı hocasından müsaade isteyerek bu sanata talip olduğunu söyler. Talebini kabul eden hoca, hat sanatından biraz bahsettikten sonra ilk ders olan Rabbi Yessir duasını yazar. Bu duayı yazma sebebi hem derse dua ile başlamak hem de öğrencinin sabrını, aşkını ve devamlılığını ölçmek içindir. Bu usul geçmişten günümüze böyle devam etmektedir. Sonra üstat, talebesine dersini yazar. Talebe takliden dersini çalışır ve hocasına gösterir. Hoca dersindeki yanlış yerlerini tekrar yazarak talebesinin meşkini kontrol eder. Böylelikle talebe başladığı uzun soluklu ve sabır isteyen bu serüvene ilk adımını atmış olur. Kısacası hat sanatı, sonu olmayan uzun ve meşakkatli bir sanat dalı olduğu için hayatımızın merkezinde yer alması gerekir. Heves veya keyfi yapılmaz, severek ve isteyerek yapılması gereken bir sanattır. Bu sebepten dolayı hat sanatı kimseye zorla öğretilmez, gelen kişiye neden geldin gidene neden gittin denmez… Ömür boyunca devam edip insanın hayatına güzel bakmayı, ince düşünmeyi, sabırlı, hoşgörülü ve mütevazı olmayı aşılar. En önemlisi Kur’an-ı Kerim ile hemhal olup dinin inceliklerini önemsemeye büyük katkı sağlayan hat sanatı, sadece yazıdan ibaret değil, nefis ve irade terbiyesini içinde barındıran ve birçok manalar içeren kıymetli bir sanattır. Esra TEŞDOĞ (Hattat) Kaynakça; Prof. Dr. Ali Alparslan Ünlü Türk Hattatları Dr. Süleyman Berk Devlet-i Aliyye’ den günümüze Hat sanatı TDV İslam Ansiklopedisi Kalem Güzeli Derin Tarih Hat Sanatı Paye Sanat

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.