EBRU SANATINI DÜNYAYA TANITAN SANATÇI

Ünlü Ebru Sanatçısı Atilla Can Beyefendi ile Ebru Sanatı üzerine güzel bir sohbet...

Haber Giriş Tarihi: 07.06.2024 14:38
Haber Güncellenme Tarihi: 07.06.2024 14:38

Sizi tanıyabilir miyiz?

Adım Atilla Can. Kültür Bakanlığı envanterine kayıtlı, Türk süsleme sanatları sanatçısıyım. Kültürel miras taşıyıcıyım. Branşım Ebru Sanatı. Resim ile başladığım sanat yaşamıma, İstanbul’da Zal Mahmut Paşa Külliyesi’nde, geleneksel olarak usta-çırak yöntemiyle 5 yıl ebru dersleri alarak devam ettim.

Kendimi tanımlayacak olursam; sıkı gelenek temeli ile yetişmiş, yenilikçi akımın temsilcilerindenim. A.Ü Geleneksel Türk Sanatları yüksek lisans, aynı zamanda Türkiye’nin ilk Kültürel Diplomasi Akademisi mezunu bir sanatçıyım. Şu ana kadar, dünyanın 5 kıtasında; etkinlik, festival, panel, kişisel sergi, atölye çalışması, sosyal sorumluluk projeleri gibi organizasyonlarla, ülkemi ve sanatımı temsil etme fırsatı buldum.

Ebru dersleri veriyorum, öğrenci yetiştiriyorum. Kısaca kendi adıma diyebilirim ki, Ebru sanatına derin bir tutkusu ve adanmışlığı olan bir sanatçıyım.

Ebru sanatı tarihinden bahsedebilir misiniz?

Gerçekten, çok zor bir soru sordunuz. Çünkü halen, Ebru sanatı tarihi hakkında doğru ve net bilgilere sahip değiliz. Kaynak taraması yaptığınızda, klasikleşmiş cümlelerle karşılaşacaksınız. Ebru sanatı ilk kez nerede, hangi tarihte ve kimler tarafından yapıldı, tam olarak bilinmiyor cümlesi.

Ama yaygın kanının, Orta Asya’nın Çağatay bölgesi olan Buhara ve Semerkand bölgelerinde ilk kez Ebru sanatının yapıldığı yönünde bir sav var. Yine, Orta Asya’dan İpek Yolu ile ebru sanatının önce İran’a, oradan da Anadolu’ya geçtiği, sonrasında İstanbul’a gelerek sanatın zirve yaptığı, ticaret gemileri ile Avrupa’ya ve dünyaya taşındığı yönünde bilgiler mevcut.

Tarihsel süreç içinde, Ebru sanatının kâğıt süsleme ve kâğıt boyama sanatı olarak kullanıldığı görülmekte. Yine uzun zamanlar Hüsn-i Hat sanatına yardımcı bir sanat olarak görülmekte. Hat yazılarının dış ve iç pervazlarının, koltuklarının süslemesi, ebrulu kâğıtlar ile yapılmış.

Yine, Ebru tarihine baktığımızda, en eski ebru örneklerinden biri olan, Şeyh Sadi Şirazi’ye ait olan Gülistan adlı eser karşımıza çıkıyor. Eserin sayfa zeminlerinin ebrulu olması, tarihlendirme açısından çok önemli bir kaynak niteliğinde. Arifi’nin 1539 tarihli Guy-i Çevgan adlı eserinin, her yaprağının kenarlarının ebrulu olması, Maliki Deylemi’ ye ait, 1554 tarihli Talik Kıt’a’nın, hafif diye nitelendirdiğimiz bir ebrulu kâğıda yazılması, Fuzuli’nin Hadikatüs Süeda adlı eser zemininin ebrulu olması, tarihlendirme adına önemlidir.

Yine ebru tarihi adına, 1608’de yazıldığı bilinen, ilk ebru kitabı niteliğindeki Mehmet Efendi’ye ait Tertib-i Risale-i Ebri adlı eser, ebru sanatı tarihi açısından önemli kaynaklar içinde yer almaktadır.

Şu ana kadar size, ebru tarihini 500 yıl geriye kadar, kaynaklarını söyleyerek anlattım. Yalnız, Erdoğan Vata’ya göre, Alman asıllı Rus Doğu Bilimci Türkolog, Vasili Vasilyeviç Radlof’un, 1902 Anav kazılarında, ebrulanmış bir keçe bulunduğu ile ilgili bir iddia var. Eğer bu bilgi doğru ise, ebrulanmış keçenin MÖ. 500 yılına ait olduğu ve bu bilgiyle de,  Ebru sanatı tarihinin 2500 yıl kadar, geriye gittiği söylenebilir.

Resimden, Ebru sanatına geçiş sürecinde, sizi etkileyen şeyler neler oldu?

Bana göre, hayat dediğimiz çizgi ile başlıyor ve nokta ile sonuçlanıyor. Ben de çocukluğumdan itibaren çizgiye sevdalıyım. Çizgi çizmeyi çok sevdim. Kendimce karalamalar yaptım, sulu boya ve yağlı boya resimler yapmaya çalıştım.

Aslında düşünüldüğünde de ebru sanatı da bir resim sanatı. Çünkü tuvalimiz kâğıt yerine su.

Beni ebru sanatına çeken, Ebru sanatının su üzerinde yapılıyor oluşuydu. Su üzerinde desen elde ediliyor ve kısıtlı bir zaman diliminde eser çıktısını alabiliyorsunuz.

Su üzerinde boyaların birbirini saygıyla iterek, gücü oranında yüzmeleri, hiçbir rengin birbirine karışmadan, karakterini koruyor olması, su üzerinde yüzen boya ile bir desen elde edilmesi ve kâğıdın su üzerine yatırılıp, desenin kâğıda alınması, ne kadar etkileyici, şaşırtıcı ve cezbedicidir anlatamam size…

Ebru teknesine boya damlatıyorsunuz ve damlatılan her boya dairesel olarak açılma eğilimi gösteriyor.

Sizler, Ebru sanatında biz dediğiniz iğnelerle suyu incitmeden, o dairesel boyayı; sağa sola, aşağı-yukarı, istenilen her yöne çekiyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki, o dairesel boya kırmızı bir güle dönüşmüş ya da boynu eğik masum bir laleye dönüşmüş ya da soğuğa inat karlar altından çıkan, güneşin göz bebeklerine bakacak kadar cesur olan bir kardelene dönüşmüş. Veya narin bir inci çiçeğine, kanayan kalp çiçeğine, tutku çiçeğine, çiğdeme, su üzerinde yüzen nilüfere, rüzgarda salınan rüzgâr gülüne dönüşmüş.

Düşünsenize, su üzerinde çiçekler açıyor ve bir ömür boyu hiç solmadan ve hep tap taze kalıyor. Ne muhteşem bir durum değil mi?

İşte beni, ebru sanatında etkileyen, ebru sanatına büyük bir aşk ve tutku ile bağlayan sebepler bunlar.

Resim sanatına devam ediyor musunuz?

Dediğim gibi, zaten su üzerinde resim yapmaya devam ediyorum.

Tuvalim su.

Ancak çoğu zaman Ebrulu kâğıtlarıma da resim yapıyorum. Ebru yaptıktan sonra, ebru kâğıdım kuruyor ve bir fon elde etmiş oluyorum. O fon üzerine de resimler yapıyorum.

Örnek verecek olursam, Ayasofya Camii açılışı anısına, Ebru üzerine yaptığım Ayasofya Camii, Ayasofya açılış gününde anı zarfı olarak tedavüle sunuldu ve koleksiyona girdi. Yine Birleşmiş Milletlerde açtığım sergide, resimli ebru formatındaki iki eserim, Birleşmiş Milletler binasına asıldı. Bu örnekleri çoğaltmam mümkün.

Ancak size şunu söyleyebilirim; halen su üzerinde ve su dışında resim yapmaya devam ediyorum.

Ebru sanatı insan ruhuna incelik katıyor mu? İnsan fıtratına etkileri var mı?

Size söyleyeceğim; Ebru sanatı, icracısını da seyredeni de mest eden, insan ruhunu titreten bir sanat. Ebru sanatı ile uğraşmak, yaratılış biçimimize, yaratılış halimize, tabiatımıza, huyumuza elbette ki etki ediyor ve ruhumuza incelik katıyor, bunu inkâr edemem.

Fakat bana göre, fıtratımız, huyumuz, daha çok geçmişten gelenle, geçmişin birikimleri ile şekillenen bir olgudur. Tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki; incelik, fıtrat, edep, hikmet tekne başında öğrenilecek basit olgular değil.

Elbette su ile çalışıyorsunuz ve su sizi pozitif manada çok etkiliyor.

Zaten bakıldığında su yaşamın temeli, bedensel ve ruhsal arınmanın, temizlenmenin kıymetli bir maddesi. Düşünüldüğünde, güzel sanatlarla uğraşıyorsunuz, güzellikler içindesiniz. Anlayanlar için zaten bu deruni ve mana taşıyan bir durum. Fikrimdir; her zaman, sadece Ebru teknesi başında değil, Ebru teknesi dışında da insan ruhunda incelikler olmalı.

Daima güzel bakmalı, daima güzel görmeli, güzel düşünmeliyiz.

Nezaket kuralları ile hareket edip, kendimize ve herkese karşı samimi olmalıyız. İnanın samimi olduğumuzda, idrak gelişecek, sadece sanat yaparken değil, sanatın dışında da ruhumuza incelik yerleşecektir.

Ebru sanatına yurt dışı ve yurt içinde gösterilen ilgiyi nasıl görüyorsunuz?

Ebru sanatı çok ilgi çeken bir sanat. Gerek yurt dışında, gerek yurt içinde bu ilgi katlanarak artıyor. Tahminimce Türkiye’deki birkaç ilçe nüfusundan fazla kişi, ebru sanatı ile uğraşıyor.

Ülkeler baz alındığında, bu sayı katlanıyor. Yurt dışı festival, sergi, atölye çalışması vs. etkinlik davetleri aldığımda, gözlemim halen büyük bir çoğunluğun Ebru sanatını tanımadığı yönünde. Tabii ki bu durum, sanatımıza karşı, bir soğukluk ve ilgisizlik olarak yansıyor.

Ancak o soğuk ve ilgisiz davranan kişiler, gözleriyle Ebru sanatının farklı yapımını, inceliklerini görünce anlık olarak tepkisel dönüşümler yaşadığı ve inanılmaz bir heyecan içine girdikleri, ebru sanatını kabullenmeye, sevmeye, bağlanmaya başladığını görüyorsunuz. 

Yurt dışı davetleri; dakikası, günü, tarihi çok büyük bir disiplin ile planlıdır ve bir etkinlik için sizi en az bir yıl önceden bu planlama dahil ederler. Buna rağmen 1-2 saatlik atölye çalışmasının, 5-6 saate kadar çıktığını, yoruluncaya, parmağım şişinceye kadar Ebru yaptığımı biliyorum.

Bir etkinlik, bir bakıyorsunuz ricalarla, birkaç farklı noktada ve birkaç etkinliğe dönüşmüş. Tabii ki bu, Ebru sanatımız için mutluluk veren bir durum. Diyebilirim ki; Ebru sanatımız Türkiye’de ve yurt dışında, geleneksel sanatlarımız içinde, en çok merak edilen ve en çok ilgi duyulan, çok kıymetli bir sanat.

Ebru Sanatının UNESCO sürecinden bahsedebilir misiniz?

Ebru sanatımızın koruma altına alınarak, ‘Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ ne alınması, dünyanın ortak mirası olması,  sanat tarihi adına çok önemli bir milattır. Düşünüldüğünde, Türkiye’den ilk kez bir sanat, UNESCO tarafından, kaybolmakta ve kıymetli bir sanat olduğu gerekçesiyle, koruma altına alınıyor ve tarihe adını altın harflerle yazdırıyor.

Konudan bahsedecek olursam, 15 yıl önce, 2009 yılında Birleşmiş Milletler’ e ve UNESCO Paris merkezine dilekçeler göndermem ile bu süreç başladı. Dilekçelerimde, Ebru sanatından bahsederek, kadim bu sanatın geçmişinin çok eskilere dayandığını, çok kıymetli bu sanatın kaybolmadan, gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğini ve bu sanatın mutlaka koruma altına alınıp, yapılabilirse de dünyada bir günün Ebru Günü olarak kutlanmasını talep ettim. Konuyu Türk resmi makamlarına da anlatmak gerekiyordu. T.C Kültür Bakanlığımıza ve Türkiye UNESCO Milli Komisyonumuza, BM ve UNESCO Paris’e dilekçeler yazdığımı, taleplerde bulunduğumu bildirdim. Projeme destek olmalarını, UNESCO Paris’e resmi bir müracaat dosyasının hazırlanmasını istedim.

Tabii ki insanları, kurumları hayâl ettiğim bu projeye inandırma çabalarım, beni çok zorlayan bir durum haline geldi. İkna çabalarımın süresi uzadı. Ankara’ya giderek yüz yüze, mail ve telefon görüşmeleriyle, yıllarca yılmadan ikna çabalarına devam etmeye çalıştım. Konuyu resmiyet dışında da anlatmak gerekiyordu. Ebru sanatı camiasına, farklı disiplindeki sanatçılara, akademisyenlere konuyu açıp projemi anlattım. Günlerim, projemi anlatmak ile geçiyordu

Anlatımlarımda:

“Düşünsenize; adı kaybolmakta olan sanatımız olan Ebru sanatı, koruma altına alınıyor, gelecek kuşaklara emin adımlarla aktarılıyor ve o resmi günün adına her yıl dünyanın birçok ülkesinden sanatçı ile panel, organizasyon, atölye çalışması, uluslararası sergi yapıyoruz. Yabancı sanatçılar ile tanışıyoruz, bilgi paylaşımı yaparak, sanatın gelişimine katkı veriyoruz. Ortak doğrularda buluşuyor ve bir yıl sonra tekrar, farklı bir yerde organizasyon yapmak üzere vedalaşıyoruz. Ne muhteşem bir durum.”

diye projemin amaçlarından ve öneminden bahsediyordum.

Fakat zaman geçiyordu, çoğu zaman sesim duvarlara çarpıp bana geri dönüyordu. Yalnızlık, anlaşılmamak, bir ur gibi içimi kemiriyordu.

Ben de, mücadelemin 3. Yılında bu sürecin unutulacağını, sırf ikna çabaları ve monolog diyaloglarla bu işin yürüyemeyeceğini, mutlaka dünyada bir farkındalık yaratılması gerektiğini düşünerek, büyük bir cesaretle “UNESCO Paris talebimi ister kabul etsin, ister etmesin, ben dünyada bir günü Ebru Günü olarak ilan ediyorum ve kutlamalara başlayacağım” dedim.

Hemen harekete geçtim.

2012’de, İstanbul’da 1. Dünya Ebru Günü’nü gerçekleştirdim. 20 ülkenin katılımı ile dünyanın en büyük ebru teknesi kuruldu. Konuşmalar, ödül töreni, uluslararası sergiler, tanışmaların olduğu çok etkili ve güzel bir organizasyonla etkinliğimizi tamamladık.

Benim hedefim Ebru sanatını dünyaya tanıtmak olduğu için her yıl sanatın başkenti İstanbul’da, hep aynı tarz etkinlik yapmak değil de, sanatı şehirlere, ülkelere götürüp  sanatı farklı coğrafyalarda tanıtmak istedim. Bu nedenle 2013 yılında 2. Ebru Gününü’nü Gaziantep’te, 3.’sünü Trabzon’da, 4.’sünü Yalova’da, 5.’sini Çekya Prag’da 38 ülkenin katılımı ile tarihi Lucerna galerisinde, 6.’sını Abu Dhabi ve Dubai’de gerçekleştirdik.

Yapılan tüm bu organizasyonlarda toplamda 50’ye yakın ülke projeye destek verdi. Uluslararası paneller, sergiler, atölye çalışmaları, Guinness dünya rekoru, dünyada ilk kez uluslararası çocuk ebru sergisi, dezavantajlı gruplar ile etkinlikler vs. gibi önemli işler yapıldı. Bu organizasyonlarla, dünyadaki ebru camiası yan yana geldi, dostluklar kuruldu.

Bu yapılanlar o kadar amacına ulaştı ki, Türkiye’nin küçük bir kasabasında ebru sanatı ile uğraşan bir kişi, dünyanın 10 binlerce uzağındaki bir ülkede, ebru ile uğraşan biri ile arkadaş oldu. Bu dünyada, ebru sanatı camiası birlikteliği için önemliydi.

Mücadelemin 4. Yılına dönersek, 2013 yılında Paris’e gittim. UNESCO binasının önünde durdum. Korunaklı o binaya, ulaşılmaz bir sevgili gibi uzaktan uzun uzun baktım. Yavaşça iki elimi havaya kaldırdım, UNESCO binasını tıpkı bir yönetmen gibi, parmaklarımla kadraja aldım. İçimde büyük bir heyecan oluştu ve

“Atilla sen bu binayı Ebrularsın. Kendine bu bina önünde söz ver. Bu binayı kaplayacak Ebru’yu UNESCO Paris merkez binasına gönder. Bir yolunu bul, bu binadan içeri gir, projenle Ebru sanatını koruma altına aldır. Zafer gelirse de bu bina içinde zafer yumruğunu havaya kaldır.

Söz veriyorum, söz, söz…”

dedim. Türkiye’ye döndükten sonra, büyük bir istek ve azimle, Türkiye’den ve dünyadan ulaşabildiğim sanatçılara, UNESCO Paris’e dilekçe yazmalarını, projeme destek vermelerini istedim.

Yalnız dilekçelerini, düz bir beyaz kâğıda değil de benim yaptığım gibi; en güzel Ebrularının üstüne, kaligrafik ve güzel bir yazı ile tezhiple süslenmiş bir şekilde, tıpkı bir sanat eseri niteliğinde göndermelerini, gönderirken de kendilerinden ebru sanatının güzelliklerinden, bu sanatın mutlaka korunarak, gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğinden ve hangi ülkede yaşadıklarından bahsetmelerini istedim.

İnanır mısınız!

Sanki yüzyıllardır, benim bu talebim bekleniyormuş gibi, dünyanın birçok ülkesinden; Amerika’dan, Güney Afrika’dan, Avustralya’dan, Meksika’dan, Rusya’dan, Kazakistan ’dan, Almanya’dan, İsviçre’den, Fransa’dan, Türkiye’den vs dünyanın birçok ülkesinden Ebrulu dilekçe akın akın, tıpkı bir sağanak gibi UNESCO Paris merkezine gitti. Deyim yerinde ise, dünya savaşından sonra, UNESCO Paris’i Ebru bombardımanına tuttuk.

Bu olay, dünyada ve Türkiye’de çok büyük bir ilgi ve heyecan oluşturdu. Tabii ki aynı heyecan ve şaşkınlık UNESCO Paris merkezini de sarıyor ve bu şaşkınlık içinde, UNESCO Paris merkezi, Türkiye UNESCO Paris Daimi Büyükelçimizi arayıp yüzlerce Ebrulu dilekçenin UNESCO’ya geldiğini bildiriyor.

Daimi Büyükelçimiz konuyu Kültür Bakanlığı’na bildiriyor. Kültür Bakanlığı’ndan üst düzey bir bürokrat da beni cep telefonumdan arayarak bilgi edinmek istediğini dile getirdiğinde, Kültür Bakanlığı’nda diğer bürokratlara anlattığım gibi konuyu tekrar o bürokrata da anlattım.

Bu olayın, Ebru sanatının koruma altına alınması, Ebru sanatının gelecek kuşaklara aktarılması ve yapılabilirse de bir günün Ebru Günü olarak kutlanması talebinin, farkındalık yaratması adına yapılan bir aksiyon olduğunu, Kültür Bakanlığımızın, UNESCO Paris’e resmi bir Ebru dosyası hazırlayıncaya kadar bu farkındalıkların, aksiyonlarımın devam edeceğini, kısa zaman sonra yeni bir atak daha yapacağımı, bu atağımın bundan daha etkili ve ses getireceğini söyledim.

Bürokrat, ne yapacaksınız dediğinde, yeni yapacağım atağı anlattım. “Hocam, bu hafta projeniz ile ilgili bir toplantı tertip edip, sonucu size kısa bir süre sonra bildireceğiz.” deyip telefonu kapattı.

Gerçekten de kısa bir zaman sonra aradılar beni.

Kültür Bakanlığı’nda yapılan toplantıda projemin, öngörülür bir proje olarak kabul edildiği söylendi. O günden sonra Kültür Bakanlığımız ile eşgüdümlü çalışmalar ile Ebru dosyası hazırlandı ve UNESCO Paris’e gönderildi.

UNESCO, 9. Somut Olmayan Kültürel Miras Hükümetlerarası Komite Toplantısı, 24-29 Kasım 2014 günleri arasında ilan edildi ve Kasımda aşk başkadır deyip Paris’e gittik. Toplantılar başladı. O yıl, UNESCO Paris görüşmeler için 33 dosya kabul etti ve en iyi 5 dosya arasında Ebru dosyası da gösterildi. Bu olay, koruma adına bir umut kaynağı oldu. Ebru dosyası görüşülmeye başladı, bazı olumsuzluklar yaşandı fakat 27 Kasım 2014 günü, UNESCO Paris merkez binasında, 190 ülke ayağa kalkıp alkışlayarak, Ebru sanatını dünya mirası olarak koruma altına almış oldu.

Aslında, Ebru sanatı için 6 yıla yakın bir mücadele vermiştim. Yıllar sonra anladım ki, sadece bu mücadele, Ebru sanatı için değilmiş. Geleneksel Türk sanatları içinmiş. Çünkü bu mücadelem, diğer sanatlarımıza da ilham kaynağı oldu ve geleneksel sanatlarımıza UNESCO’da bir kapı açılmış oldu.

Çünkü 2 yıl sonra Çini sanatı daha sonra Hat sanatı, Minyatür sanatı ve birkaç hafta önce de Tezhip sanatı UNESCO tarafından koruma altına alınmış oldu. Ben de, UNESCO binasının önünde kendime vermiş olduğum sözü böylelikle tutmuş oldum. UNESCO Paris binasını kaplayacak kadar Ebru Paris’e gitti. UNESCO binasının içine girdim, Projemle Ebru sanatını koruma altına aldırttım ve yine o bina içinde zafer yumruğumu havaya kaldırdım.

Bu süreçte sizi destekleyenler oldu mu?

6 yıla yakın süren bu süreç, benim için çok uzun, çok zorlu ve yorucu oldu. Tek başına başladığım bu yolda, insanlara projemi anlatmak, anlaşılmak beni inanılmaz yıprattı. Çoğu zaman yalnızlığımda, umudumu yitirmeye başladığımda, en büyük yardımcım kuşkusuz, koşulsuz bana inanan ailem oldu.

6 yıl boyunca yanımda durup, bana inanıp, bana hep destek oldular. Yine, Ali Hocamın desteği, bir kısım meslektaşım ve akademisyenin, farklı sanat disiplinindeki sanatçıların desteği vardı.

Sorunuz, biraz da “Sizi desteklemeyenler de oldu mu?” manasına geliyor. Türkiye adına, adı kaybolmakta olan sanatımız olan bir sanatın, gelecek kuşaklara aktarılması, koruma altına alınması, dünyada bir günün Ebru günü olarak kutlanması, uluslararası sergiler yapılması, bilgi paylaşımının yapılması, sanata katkı sağlanması, Ebru sanatını dünyaya tanıtmak, sanat ve ülke adına farkındalıklar yaratmak, bir kısım çevrenin hoşuna gitmedi tabi ki. Sebepsiz yere, selamı sabahı, diyaloğu kesenler oldu.

Tek çıktığım bu yolda, arayışlarımı sürdürürken, üst düzey bir yönetici:

“Atilla hocam tek kişisiniz ama bin kişilik ordu gibi hareket ediyorsunuz.”

demişti. Haklıydı da…

Bir kişiyken, dünyanın birçok ülkesini arkama alıp, binlerce kişilik bir ordu oluşturdum ve zafer kazandık…

Sizinle sohbet etmek çok keyifliydi. Paye Haber’e vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Hazırlayan:

Seleme DEVECİ

(Paye Haber Editörü)